“Akıl Oyunları” ya da orijinal adıyla “A Beautiful Mind” Nobel ödüllü matematikçi John Nash’ın hayat hikayesini konu ediniyor. Yönetmenliğini Ron Howard’ın üstlendiği bu film Sylvia Nasar’ın aynı isimle kitabından esinlenilmiş. Yapım 2002 yılında beş kategoride Oscar’a ve daha birçok ödüle layık görülerek dönemin en çok konuşulan filmlerinden biri olmuştur.
John Nash’in hayat hikayesinin bu denli ilgi çekmesi, ona Nobel ödülünü getiren başarıları kadar; Paranoidşizofreniyle olan mücadelesidir. 1958’de ilk belirtileri görülen hastalık Nash’in hayatını giderek zor bile hale getirmiştir.Film John’un içerisinde bulunduğu durumu izleyiciye oldukça iyi aktarıyor. Öyle ki John’un gördüğü hayali karakterler film boyunca peşini bırakmayarak hem onun hem de bizim gerçekliği ayırt etmemizi zorlaştırıyor.
John Forbes Nash kazandığı bir bursla Princeton Üniversitesi'nde öğrenim görmeye başlar. Asosyal ve çevresine uyum sağlamakta küçüklüğünden beri zorlanan Nash için burda da durum pek farklı değildir. Derslere girmeyi tercih etmeyen John bunu vakit kaybı olarak tanımlar. Bu tartışmaya açık bir konu ancak Nash derslerine girmek yerine günümüzde ‘oyun kuramı’ adını verdiğimiz teorinin temellerini atmaktadır.
Oyun teorisi veya oyun kuramı, istatistik, sosyal bilimler (en fazla ekonomide olmak üzere), biyoloji, mühendislik, siyasi bilimler, bilgisayar bilimlerinde(temel olarak yapay zekâ çalışmaları üzerinde) kullanılan meşhur teoridir. Henüz 21 yaşındayken bu konu üzerineyazdığı bir makale, ona tam 45 yıl sonra ekonomi dalında Nobel Ödülü’nü kazandırmıştır.
John doktorasını bitirdikten sonra Massachusetts Institute of Technology’de ders vermeye başlar. Burada hastalığının en zorlu dönemlerinde ona en büyük destek kaynağı olacak eşi Alicia Larde ile tanışır. Evliliklerinin gayet normal gittiğini gözlemlerken filmin en büyük dönüm noktalarından biri ile karşılaşıyoruz.Bundan sonrasının hem John hem Alicia ve hem de izleyici için kabullenmesi zor bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Belki sadece kulaktan dolma bilgilerle tanımladığımız şizofreninin gerçek ve bir o kadar da korkutucu yüzüyle karşı karşıya kalıyoruz. Kendisine gerçek olmayan bir dünya kuran John’un bundan kurtulması pek kolay olmuyor.
“Şizofreninin kabusu neyin doğru olduğunu bilmemektir. Düşünsenize hayatınızdaki en önemli kişilerin, yerlerin ve anıların yok olmadığını, ölmediğini ama daha kötüsü aslında hiç varolmadığını birdenbire öğrenseydiniz ne olurdu?”
Gördüğü sanrılar artık onu öylesine ele geçirmiştir ki hastaneye yatırılmak zorundadır. Tedavisinin ardından tekrar evine dönen John’un ilaç kullanımına devam etmesi gerekir.Aldığı ilaçlardan ötürü odaklanma sorunu yaşamaya başlar. Tekrardan kendini matematiğe vermek isteyen John bunun için ilaçlarını gizlice almamaktadır. Böylece halüsinasyonlarıona musallat olmaya devam eder. En son çok sevdiği karısı ve henüz bir bebek olan oğluna zarar verecek duruma geldiğinde gördüklerinin gerçekliğini sorgulamaya başlar. Sorununun farkına varmasıyla bu durumu kendisinin çözebileceğini iddia eder.
O bir matematikçidir ve işi problem çözmektir. Zamanla halüsinasyonlarıyla nasıl başa çıkacağını öğrenir ve işine dönmek ister. Bir arkadaşının “Tamamen gittiler mi?” sorusuna “Gitmediler, belki de hiç gitmeyecekler. Ama onları görmezlikten gelmeyi öğrendim ve sanırım onlar da benden umudu kesti. Bütün rüyalarımız ve kabuslarımız için aynı şey geçerli değil mi? Canlı kalmaları için onları beslemen lazım”cevabını verir. Bence bu cevap hem onun hem de bizim bütün o yaşadığımız acılar, korkular veya gerçekleşmesinin imkansız olduğunu düşündüğümüz hayallerimizi gerçekleştirebilmek için iyi bir yöntem.
Konudan bahsederken Nash’in halüsinasyonlarının kim ya da ne olduğundan bahsetmeyi pek tercih etmedim. Bunun sebebi henüz izleyemeyenler için seyir zevkini bozacak olduğunu düşünmem.
Film konusu kadar oyuncu kadrosuyla da izleyicilerin kalbini fethetmeyi başarmış. John Nash’icanlandıran Russel Crowe’un oyunculuğu tek kelimeyle muhteşem. Ayrıca karısı Alicia Larde’ye hayat veren Jennifer Connelly de Russel Crowe gibi ödüllere layık görülerek dönemin en çok konuşulan oyuncuları arasında yerini almıştır.Film genel olarak sürükleyici bir şekilde ilerliyor. Nash’ınNobel ödülünü alırken yaptığı konuşma bence filmin en anlamlı sahnelerinden biri. Özellikle psikolojiye ilgisi olanların çeşitle analizlerde bulunabileceği bir film olduğunu düşünüyorum. Hepinize iyi seyirler dilerim...
Kaynakça:
Comments