Kaç tane kadın bilim insanı sayabilirsiniz? üç tane, beş tane? Dağarcığınızı zorlayın lütfen, on? Zorlandınız değil mi? Sanki ‘kadın bilim insanları’ kavramı Marie Curie’den ibaret gibi bir algı var. Nerede bu başarılı kadınlar? Niye bizim onları görebilmemiz için dikkatle bakmamız gerekiyor? Hadi bir bunu inceleyelim.
Takvimler 1883 yılını gösterdiğinde New Yorklu bir kadın da bu soruları merak etti. “Yahu,” dedi. “Kadınların yaratıcı veya mekanik zekaya sahip olmadığı kim söylemiş? Buyurun sizin kadın kaşifleri, bilime olan katkılarını, ki içine derin deniz teleskobu dahi dahil, verilmeyen patentlerini ve karşılığını alamadıkları emeklerini araştırdım, buldum ve “Bir Mucit Olarak Kadın” adlı bir makale hazırladım.” Adı Matilda Joslyn Gage olan bu kadının çalışması maalesef tarihin tozlu yaprakları arasında kayboldu (en azından bir süreliğine).
Fakat bir asrı aşkın sürenin ardından Margaret Rossiter, Gage’in çalışmasını kaldırıldığı raftan çıkardı, üzerindeki tozu silkeledi ve tekrar ele aldı. 500 kadın bilim insanının biyografisini inceledi, yüzlercesinin hikâyesine ulaştı ve bir sonuca vardı: kadınlar sistematik olarak bilim dünyasından dışlanıyordu, bu duruma da Gage’e ithafen ‘Matilda Etkisi’ dedi. Peki neydi bu Matilda Etkisi? Gerçek olmasını istemeyeceğiniz birkaç örnek üzerinden gidelim.
İlk örneğimiz 2016 gibi yakın bir zamanda kaybettiğimiz bilim insanlarından Vera Rubin hakkında. Vera Rubin eğer Matilda Etkisi ile sindirilmeseydi muhtemelen Stephen Hawking, Albert Einstein gibi adını ve kendisini gayet iyi bildiğimiz biri olacaktı. Zira Rubin, evrenin %25’ini kapladığı varsayılan karanlık maddeyi keşfetmişti. Bu keşif ona şüphesiz Nobel Ödülü’nü kazandıracaktı, nitekim onun keşfinden yaklaşık 20 sene sonra, 2006 yılında karanlık madde ‘tekrar’ keşfedildi. Ancak Rubin bu keşfini söylediğinde erkek meslektaşları ona inanmamıştı.
Esther Lederberg de daha kısa olmakla birlikte vurucu ve açık bir öyküye sahip. İlk eşi Joshua ile birlikte antibiyotik direnci hakkında incelemelerde bulunmuş ve yayınları birlikte paylaşmışlardı. Ancak Nobel Ödülleri dağıtılacağı vakit komite Lederberg’i görmezden gelip ödülü eşi ve diğer iki erkek meslektaşına vermeyi tercih etmişti. Nobel Ödülleri’ni unutmayın, yazının son kısmında tekrar bahsedeceğiz.
Muhtemelen sizin de bildiğiniz ve öfke ile “Bu da yapılmaz ama!..” dediğiniz son bir örnek vermek istiyoruz: Rosalinda Franklin. Kendisi DNA’nın sarmal yapısının keşfinde en büyük payın sahibi. Bir gün araştırma danışmanı Wilkins, Franklin’in haberi olmadan, onun bugün “Fotoğraf 51” olarak bilinen meşhur DNA görüntüsünü, 2 farklı akademisyenle paylaştı. Görüntüyü inceleyen Watson ve Crick isimli akademisyenler, Wilkins ile beraber ortak bir dizi makale yayınladılar. Uzun süre sonra bu çalışmalarının üzerine Nobel Ödülü kazandıklarında, yıllar önce vefat eden Franklin’in adı, elbette, törende geçmedi. Şaşırdık mı?
Evet diyebilirsiniz. Uluslararası itibarı açık bir şekilde çok yüksek olan ve merkezi dünya refah standartlarının üzerinde bir ülke olan İsveç’te böylesi bir şaşmaz ayrımcılık nasıl yapılır diye düşünebilirsiniz. Ancak şimdi size vereceğimiz açık bir bilgi şaşkınlığınızı giderecek:
1896 yılından beri düzenli bir şekilde verilen 739 Nobel Ödülü’nün 719’u bir erkeğe ve yalnızca 20 tanesi bir kadına verilmiş. Yazımızı bir soruyla sonlandırmak ve cevaplarınızı yorumlarda görmek istiyoruz. Sizce, kadınlar bu kadar başarısız mı yoksa bu işte bir iş mi var?
Kaynakça:
-https://www.matematiksel.org/
-https://daily.jstor.org/
-https://en.wikipedia.org/
-https://tr.wikipedia.org/
-https://dergipark.org.tr/
-https://ceotudent.com/
-https://www.amnh.org/
Comments